Kadın, sahip olduğu biyolojik ve fizyolojik özellikler nedeniyle insanlık tarihi boyunca genelde ezilen vurulan vede yorulan taraf olmuştur. Fakat erkek egemenliğinin de tarihsel, sosyolojik, ideolojik ve dinsel sebepleri olmuştur.
“21. yüzyılın dünyasında artık eski disiplin toplumunun kalıpları çatırdamış, dinlerin etkisi zayıflamış, feodal yapılar ve ataerkil değerler çözülmeye yüz tutmuştur. Byung-Chul Han’ın deyimiyle “disiplin toplumu” yerini “performans toplumu”na bırakmıştır. Artık kimse itaat etmiyor, herkes kendi verimliliğiyle ayakta kalmaya çalışıyor. “Hayır”ın hükmü kalkmış, yerini “Yes We Can” coşkusuna bırakmıştır. Ve tam da bu kırılma noktalarında, kadının toplumsal sahnede görünürlüğü artmıştır.”
Fakat…
Reaileteden uzak ve tutarsız hak savunucuları çok fazla sırıtmaya ve irite edici hal almaya başladı günümüzde. Ortadoğulu olduğumuz gerçeği, düşünsel gelişim ve dönüşümün zor ve çelişkili bir yaşama sebep olabildiği gerçeğini unutmamalıyız.
Mümin Sekman, İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözünü hatırlatır ve ekler: “Bizim kaderimiz de idrak gecikmesidir.”
Ben de diyorum ki: Ortadoğulu olduğumuzun farkına vararak düşünmeli ve yaşamalıyız. Çünkü bu topraklarda kadın haklarını, hayvan haklarını ya da herhangi bir “hak” mücadelesini yürütmek trajikomik bir hâl alabiliyor. Savunduğumuz şeylerin ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz; ideolojilerimizle, inançlarımızla, arzularımızla ve yaşam tarzımızla çelişiyoruz. Bilinçsizlik ve tutarsızlık, sorunları çözülmez hale getiriyor.
İnek için veteriner çağıran biri, sokak köpeğine ilgisiz. Kedi sever bir hayvansever, kurban kesmekten geri durmuyor. Ulusalcının Avrupa hayali ile göçmenin Avrupa hayali arasında aynı çelişki var. Kadın özgürlükten söz ederken, hâlâ güçlü, baskın, otoriter erkek figürüne hayranlık duyuyor. “Erkek gibi kadın”, “kız gibi erkek” gibi ifadeler, hala aynı düşünsel çıkmazlara sebep.
Kadın haklarını insan haklarının ayrılmaz bir parçası olarak gören bilinçli gruplar dışında, birçok söylem içi boş bir tekrar haline gelmiş durumda. Çünkü gerçek mesele kadın ya da erkek değil; adalet, liyakat, hukuk, eğitim, ekonomik bağımsızlık ve toplumsal güvenliktir. Kadın, çocuk, hayvan ya da erkek hakları… Bunlar, daha büyük bir insanlık sorununun alt başlıklarıdır sadece.
Yıllardır her kesimden insan “kadın hakları” savunucusu kesildi; ama ortada maskülenliği savunan kalmadı. Feminizmin dahi destekçileri ağırlıklı olarak erkekler. Çelişkili bir çağ bu…
Evet, cinsiyetçilik yanlıştır. Evet, kadın olmak bir ayrımcılık sebebi olmamalıdır. Evet, kadına zarar vermek her canlıya zarar vermek kadar yanlıştır. Ama kadını “cennet ayaklarının altında” diye yüceltmek ya da “kadın insandır, erkek insanoğlu” diyerek ayrıştırmak da aynı derecede sorunludur. Kadına kutsiyet atfedip, özgürlük naraları arasında yönsüz ve kontrolsüz bir övgüye boğmak; onu tanrılaştırmak değil, yeniden nesneleştirmektir.
Ayrıca Ortadoğu’da yaşıyoruz! Hangimiz gerçekten özgür vede eşit kulvarlarda?
Kadın, toplumsal alanda erkekle eşit şartlarda var olmalıdır ama ne erkek kadından üstündür ne de kadın erkekten. Bugünün kadınları, geçmişten bugüne yaşanılan mağduriyeti çoğu zaman erkek düşmanlığına çeviriyor. ve Cinsiyetler arası bir savaşa eviriyorlar eşitlik mücadelesini.
Ve ne acıdır ki kadını öldüren de, seven de, haklarını savunan da genellikle erkek oluyor. Çünkü kadın hâlâ ekonomik bağımsızlığını elde etmiş değil; yaşamını hâlâ bir erkeğin vicdanına, sevgisine, lütfuna bırakıyor. Bu da bir tür Stockholm sendromudur.
Kadın, inisiyatif almadığı sürece –yani sevmeyi, üretmeyi, yazmayı, yönetmeyi üstlenmediği sürece– hayat erkeklerin elinde şekillenmeye devam edecektir.
Kadını kurban eden şey sadece ataerkil sistem değil, aynı zamanda çürümüş devlet yapıları ve kadının kendi tercihleridir. Bugünkü erkek profilini şekillendiren, onu yönlendiren, kuduzlaştıran ya da pasifleştiren de bu sistemin kadınıdır. Cezasız ve denetimsiz bir hukuk sistemi ise bu çarpıklığı beslemektedir.
Artık kadın özgürlüğü erkeğin elinde değil; kadının elindedir.
Fakat kadınlar hâlâ dolaylı ya da doğrudan ataerkil sistemin çarkını döndürmektedir. Bilinçsizliği, yönelimi ve ilgi tercihleriyle bu sistemi canlı tutmaktadır.
Kadınlar özgürlük narası atıp, eşitsizlikten yakınıyor olsada; seçimleri hâlâ güçlü, baskın, maddi olarak koruyucu erkekten yana. Hatta popüler kültürde bu daha da sarsıcı: Silah taşıyan, cezaevi geçmişi olan, küfürbaz, kavgacı erkek figürü cazip geliyor.
Sonuç olarak kadın; hafifmeşrep bir yaşamla hazır bir geleceğe değil, inisiyatif sahibi bir ruhla minnetsiz bir yaşama talip olmalıdır. Düşlerini bir erkeğin sunduğu olanaklarla değil, kendi emeğiyle gerçekleştirmelidir. Ekonomik özgürlük olmadan, toplumsal ilişkilerde eşitlikten söz edilemez.
Bu performans toplumunda herkes daha aktif oldukça daha özgür olduğunu sanıyor. “Byung-Chul Han – Yorgunluk Toplumu”
Fakat özgürlük, bir tercih değil, hele ki bir lütuf olarak hiç elde edilemez. Özgürlük ancak bilinçli bir irade sonrası elde edilen, bedelli bir kazanımdır.
Yorum bırakın